Ana içeriğe atla

Antik Dünya’nın Cazibe Merkezinde Yaşam - Roma’da Günlük Hayat

Antik Dünya’nın Cazibe Merkezinde Yaşam - Roma’da Günlük Hayat
M.S. 1 yüzyıl dolaylarında Roma kenti görkemli kamu binaları, devasa su kemerleri ve İmparatorluğun dört bir yanına uzanan binlerce kilometre uzunluğundaki yollarıyla antik dünyanın en çarpıcı cazibe merkezlerinden biri haline gelmişti. Heykellerle dolu meydanlar ve birbirinden ünlü hamamlarıyla Julius Claudius’ların şehri Cumhuriyet döneminde olduğundan çok daha ihtişamlı görünüyordu. Ancak bu göz alıcı ihtişamın ardında aslında çok daha fazlası vardı. Roma; Cumhuriyeti’nin ilk günlerinden İmparatorluk dönemindeki rezil ve kepaze Caligula, Nero ve Commodus gibi İmparatorların geçici saltanı boyunca dahi büyümeye devam etti. Sınırları Akdeniz’in tümünü kapsamasının yanı sıra kuzeydeyse Galya ve Britanya’ya kadar uzanmıştı. Tarih imparatorların tiradlarını kullanmasının yanında sıradan insanların ihmal edilişini de kaydetmiştir. Bu duymadığımız ve görmediğimiz insanlar genelde tarihin karanlık sayfalarında kaybolurlar. Romalı, Yunan, Suriyeli, Yahudi, Kuzey Afrikalı, Galyalı, Britanyalı ve İberyalılar’la birlikte dünyada herhangi bir şehir gibi Roma’da kozmopolit bir şehirdi. Ortalama bir Roma vatandaşı her sabah uyanır, çalışır, dinlenir ve yerdi. Bu süreç içerisinde erkek ya da kadın sıklıkla telaşlı bir gün geçirir ve bu şekilde yaşamlarını sürdürürdü.

Gürültü ve Tehlikeyle Kuşatılmış Bir Şehir
Ne servet ne de statü sahibi olmak Roma gürültü ve hengamesinden kurtulmaya yardımcı olmazdı. Her kim olursa olsun köle veya efendi, zengin veya fakir her Romalı, Foruma indiği zaman aynı atmosferi solur, aynı yoğun kokuyu teneffüs eder, aynı yollarda yürürdü. At ve el arabalarında taşınan mallar, hayvanlar ve inşaat malzemeleri gün boyunca şehrin bir yanından diğerine doğru hareket eder, yoğun çalışma temposunun getirdiği telaş akşam saatlerine kadar sürerdi. Romalılar için günün erken saatlerinde kül ve duman kokusuyla uyanmak normal bir durumdu. Her ne kadar M.S. 64 yangını; imparatorluk tarihinde popüler bir yere sahip olsa da yangınlar aslında Roma günlük yaşantısının olağan bir parçasıydı. Şehrin sakinleri eğer uykularını bölen çığlıklarla uyanmamışlarsa sadece birkaç metre öteden gelen yoğun dumanı soluyarak güne başlıyorlardı. Şehrin ücra köşelerinde sıra halinde kümelenmiş olan binaların yapımında kullanılan ahşap, Roma yangınlarını besleyen en önemli unsurdu. İnsanların birçoğu genellikle 5 ila 7 kat olarak inşa edilmiş İnsula adı verilen apartman dairelerinde perişan bir şekilde yaşıyorlardı. Buna rağmen özellikle Roma, Pompei, Antakya ve Ephesus gibi imparatorluğun kentsel alanları, daha iyi bir yaşam tarzını arzu edenler için adeta bir mıknatıstan farksızdı ve bunun sonucu olarak henüz milattan önceki yüzyıllarda yaşanan yoğun göç hareketleri bu şehirlere yeni gelenlerin, iş ve konut bulma hususunda ciddi problemler yaşamalarına sebep oluyordu. Bu dönemde zengin Romalıların yaptıkları yatırımlar sayesinde kiralık ev mantığı oldukça popüler bir hale gelmişti ancak kalabalık nüfuslu aileler dahi, bir, iki odalı küçük insula dairelerinde ikamet etmek zorunda kalıyorlardı ve her geçen gün apartman blokları daha da kalabalıklaşıyordu. Yangınlara ek olarak aşırı yüklenmeye bağlı yaşanan çökmeler insulaları adeta bir ölüm kapanına dönüştürmüştü. M.Ö.150 yılına gelinceye kadar Roma şehrinde yaklaşık 46 bin civarında insula inşa edilmişti; imparatorluk döneminde bunların sayılarının daha da arttığı tahmin ediliyor. M.S. 64 yılında çıkan yangının ardından bu apartman blokları hakkında çeşitli yasalar düzenlenmiş, yollar genişletilmiş ve insulaları erişim kolaylaştırılmıştı. Buna ek olarak da Augustus ve Trajan dönemlerinde insulalara çeşitli kat sınırlamaları getiren yasalar çıkartılmıştı. Ancak Roma'nın açgözlü yatırımcıları bu yasaları delmenin yollarını kısa süre içerisinde bulmuşlardı.

Roma'da Zengin Olmak
Roma'da zenginlerin çoğu şehrin gürültü ve hengamesinden uzaklaşmak amacıyla kırsal alanda inşa edilmiş Villa adı verilen geniş ve konforlu konutlarda yaşıyorlardı. Bu yapılar çoğunlukla kendi kendilerine yetecek şekilde tasarlanırdı. Arazilerde çalışan pek çok kölenin yanı sıra villalarda demirci, marangoz ve çömlekçi gibi bazı ustalar da bulunurdu. 
Su, özel borular aracılığıyla su kemerlerinden villalara taşınıyordu böylece hem tarım için gerekli olan hem de içmek için kullanılan suyun tedariği sağlanıyordu. 
Villayı çekip düzenleyen kişiye Vilicus karısına ise Vilica adı veriliyordu. Yemeğin pişmesinden, etrafın düzenlenmesine kölelerin teftişinden, zanaatkarların siparişlerine kadar her şey Vilicus’un kontrolündeydi. Tüm işler tıkır tıkır işlemek zorundaydı zira bir aksilik olduğu zaman efendiye hesap vermesi gereken kişi yine Vilicus’un kendisydi. 
Günümüz modern dünyasından geriye dönüp bakıldığında Roma'daki yaşam pek çok insan için oldukça sıkıcı görülebilir fakat Romalı zenginler için durum hiç de böyle değildi. Dönemin en popüler aktivitesi olan Gladyatör dövüşleri günümüzdeki spor müsabakaları gibi ilgi görüyordu. Öyle ki Romalı genç kız ve kadınların bir çoğu ünlü dövüşçülerin terlerinden üretilmiş esanslara yüksek miktarda ödemeler yapmak konusunda hiç çekinmiyorlardı. 
Dini bayramlar ve festivaller ise iple çekiliyordu çünkü hali vakti yerinde olan Romalılar bu tarz aktivitelerde hem ticaret yaparak yüklü miktarda gümüş elde ediyor hem de oldukça eğlenceli vakit geçiriyorlardı. 
Zenginlerin etrafı her arzularını yerine getirecek hizmetli ve kölelerle çevriliydi. Lüks mobilyaların içerisinde abartılı bir yaşam tarzının keyfini sürüyorlardı. Birçoğu özel akşam yemeği partileri düzenliyor ve konuklarına o gün için hazırlanan egzotik yemekleri tattırıyordu. Yemekler Triclinium adı verilen yemek odalarında yeniliyordu. Her ne kadar şimdi tuhaf görünse de Romalılar yatarak yemek yemeği çok seviyorlardı ve bu nedenle Tricliniumlar’da alçak masaların yanı sıra mutlaka birkaç tane de kanepe bulunuyordu.

Roma'da Fakir olmak
Roma'nın işgücünün büyük bir bölümü köleler tarafından üstlenilmişti. Bu nedenle şehre yeni gelen özgür vatandaşların en sık karşılaştıkları sorun iş bulmaktı. Bir şekilde kendilerini derme çatma insulalardan birine attıklarını varsaysak bile zaman ilerledikçe kiralarını ödemekte zorlanmaya başlıyorlardı. Her çağda ve coğrafyada olduğu gibi Romalı fakir vatandaşlar da sık sık zor günlerden geçerdi. Böyle zamanlarda genellikle yeni doğan bebekler sokaklara bırakılıyor ve zengin birinin onları köle ya da hizmetli olarak alması umuluyordu. 
Kıtlık,salgın hastalık ve yangınlar zaman zaman şehir nüfusunun yarısından çoğunun ölümüne sebep oluyordu. Fakat ne olursa olsun Roma’da günlük yaşantı ve eğlencenin kesintiye uğradığı zamanların sayısı çok azdı. Böyle zor zamanlarda bile Kolezyum’da yer bulmak kolay olmuyordu. Roma vatandaşı zengin veya fakir fark etmeksizin eğlenmeye devam ediyor; günün yorgunluğunu hamamlarda rahatlayarak atmaya çalışıyordu. Zenginler kadar olmasa da fakir Romalılar da sosyal yaşantının içerisinde kendilerine yer edinebiliyorlardı. Eğer yapabilecek bir işleri varsa genellikle gladyatör oyunlarını izleyebilecek paraya sahip olurlardı. M.Ö. 33 yılında Roma'daki hamam sayısı 170 civarındaydı; M.S. 400’lere gelindiğinde bu sayı 800'ü aşmıştı. Trajan, Caracalla, Diocletuanus gibi imparatorlar tarafından inşa edilen hamamlar zenginler için cazibe merkezi olsa da şehirde herkese yetecek kadar hamam vardı ve fakir Roma vatandaşları da fırsat buldukça buraları ziyaret ediyorlardı. Zira hamamlar, Forumlarla birlikte sosyal aktivitelerin merkezi haline gelmişti. Her hamamın bir spor salonu, sağlık merkezi ve yüzme havuzu vardı. Fakirler bu bölümlerden dilediğince faydalanırken zenginler ise Bordello adı verilen zevk ve sefanın her çeşidine ulaşabildikleri ayrı bir kısımda vakit geçiriyorlardı. Bordellolar zaman içerisinde iyi bir iş veya ortaklık için de zenginlerin vazgeçilmez mekanı haline gelmişti. 
Fakirlerin bir çoğu kendi yemeğini yapacak bir mutfağa sahip olmadıkları için genellikle yiyeceklerini bir restorandan veya taverna adı verilen dükkanlardan alır ya da bu tarz işletmelerin mutfaklarını kiralamak zorunda kalırlardı. Günün sonunda karnını iyice doyurabilmiş olanlar şanslı azınlığın bir parçası olurlardı.

Roma’da Köle Olmak

İmparatorluk döneminde köleler Roma nüfusunun neredeyse %30’luk bölümüne tekabül ediyorlardı. Bunların büyük bir çoğunluğu savaş esirlerinden ve onların çocuklarından oluşuyordu. Roma kanunlarına göre bir kölenin çocuğu doğduğu andan itibaren köle olarak kabul ediliyor ve uzun yıllar boyunca efendisine hizmet etmek için hazır hale getiriliyordu. Roma kölelerinin bir çoğunun hayatı korkunç koşullarda geçmişti. Hastalandıkları zaman kölelere uygulanan tedavi ancak onların işlerine verimli bir şekilde devam etmelerini sağlayacak düzeydeydi. 
İçlerinden en çok acı çekenleri, madenlerde çalışan gruplardı fakat yine de köle statüsünden Libertus yani azatlı statüsüne geçebilmenin çeşitli yolları vardı. Bunun en popüler olanı kölenin kendi parasını ödeyerek kendi kendini satın almasıydı. Bir diğer yol ise sahibin köleyi kendi isteği ile azat etmesiydi ancak bu pek sık yaşanan bir şey değildi. 
Antik Roma’da kölelerin çalışma alanları yalnızca ağır iş gücü gerektiren işlerle de sınırlı değildi. İyi eğitime sahip olan bazı köleler efendilerinin çocuklarının eğitimini ya da muhasebe işlerini kolaylıkla üstlenebiliyorlardı. En pahalıları genç erkekler ve Yunanistan'dan getirilen eğitimli kölelerdi. 
Kadın köleler genellikle Domina yani evin hanımı’nın gündelik işlerini hallederlerdi. Roma'da köleler iki ana gruba ayrılıyorlardı: Kamu görevlerinde bir devlet görevlisi olarak ya da İmparatorun madenlerinde çalışan Servi Publici’ler hükümete aitti. Servi Privati’ler ise bireylere ait olup, onların gündelik hizmetlerini karşılamakla yükümlüydüler. Eğer bir Servi Privati efendisini öldürürse bunun karşılığında evde yaşayan bütün köleler Efendinin diyeti olarak öldürürlerdi. 
Aslında bir Roma kölesini özgür bir adamdan ayırt etmek oldukça zordu. Bu yüzden kölelerin özel kıyafetleri giymeleri ve bu yolla diğerlerinden ayırt edilmeleri için Senatoya teklif sunulduğu bile olmuştu. Fakat Senato bu teklifi kölelerin birbirlerini tanımalarının sayılarının ne kadar çok olduğunu fark etmelerine ve böylece güçlerini birleştirerek sahiplerine karşı ayaklanmalarına sebep olabileceği gerekçesiyle geri çevirmişti.

Cumhuriyetin çalkantılı ilk dönemlerinden görkemli kamu binalarıyla çevrelendiği milattan sonraki yıllara kadar Roma; sürekli büyüyen, kozmopolit bir kent haline gelmişti. Kireç taşından üretilmiş uzun su kemerleri şehirdeki 2300 civarında çeşmeye ve 144 umumi tuvalete su sağlıyordu. Taş bloklardan inşa edilmiş binaların altında neredeyse kusursuz işleyen bir kanalizasyon sistemi vardı yani o günkü haliyle dahi Roma modern kentlere benzer muazzam bir alt yapıya sahipti. Bununla birlikte tıpkı günümüz mega kentlerinde olduğu gibi Roma'da da bitmek tükenmek bilmeyen bir hengame, yoğun bir tempo, rahatsız edici düzeyde gürültü ve tehlikelerle dolu bir hayat vardı. Dahası imparatorluğun Akdeniz'e hükmettiği güçlü dönemlerde bile kentin bu sorunları azalmamış; nüfusun yoğunlaşmasıyla daha da artmıştı yine de ne olursa olsun Roma, ateş ve ölümle çevrelenmiş bu gerçek çehresini görkemli binaları ve devasa yapılarıyla maskelemiş ve ihtişamını günümüze kadar sürdürmeyi başarmıştır.




Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

TANRILARIN TAHTI NEMRUT

KOMMAGENE KRALLIĞI VE NEMRUT DAĞI Bugün sizleri dünyada eşi olmayan, ‘Tanrıların Tahtı’ olarak adlandırılan Nemrut Dağı’na ve orada tüm haşmeti ve gizemi ile birlikte yükselen Kommagene Krallığı’na ait görkemli anıtlara götüreceğim. Eşi görülmemiş devasa boyutlarda heykeller ve 2000 yıldır antik dünyanın gizemlerinde saklı kalan bir krallık ve onların ölümsüzlüğü hedeflemiş kralları I.Antiochos… Adıyaman il sınırları içerisinde bulunan,1987 yılında UNESCO Dünya Mirasları Listesi'ne girmiş olan Nemrut Dağı, geçmişte ismi Anka Dağı olan Anti Toros dağ silsilesinin 2206 m yüksekliğindeki ‘Nemrut Zirvesi’dir. Nemrut Dağı’nı bu kadar değerli yapan, üzerinde bulunan antik mezar, anıtsal heykeller, mimari kalıntılar ve benzersiz manzarasıdır. Günümüzde Kommagene Krallığı’nın çekirdeği olarak Adıyaman’ı ve ardından da Gaziantep ve Kahramanmaraş illerini de içine alan bir coğrafyayı kapsadığını söyleyebiliriz. Geçmişte ise, batısında Kilikya yani Alanya’dan başlayıp doğuda İskenderun Körfez

Yaratılış Mitleri-2:Türk-Altay Mitolojisi - Her Şeyden Önce Su Vardı

Yer yoktu, kişi yoktu, bitki yoktu, hayvan yoktu…Yalnızca uçsuz bucaksız, kapkaranlık bir su vardı. Ve suyun üzerinde beyaz iri bir kaz kılığında uçan Bay Ülgen vardı. Kudret sahibi Ülgen, bu sonsuz su üzerinde kanat çırpmaktan ve derin yalnızlığından yorulmuştu. Bir şeyler yapma arzusundaydı fakat ne yapacağını, tanrı olduğu halde bu durumu nasıl değiştireceğini bilememişti. Bir gün o kapkaranlık sularda bir dalgalanma oldu. Ülgen suyun kaynadığı yere yöneldi. Suyun derinliklerinden tatlı, büyülü bir ses geldi. Önce şaşırdı Ülgen, sonra onunla konuştu: “Yalnızlık Tanrıya dahi ağır yüktür Bay Ülgen, bu derin yalnızlıktan kurtulmak istiyorsan yaratmalısın!” “Sen kimsin?” “Ben Ak Ana’yım.” “Göster yüzünü ve konuşmaya devam et!” Ak Ana, tüm güzelliğiyle suyun yüzünde belirdi. Işıltısıyla karanlığı aydınlattı, Bay Ülgen’i kendine hayran bıraktı. “Ben kendi dünyamdaydım ama gördüm ki tanrı olduğun halde yalnızlıkla baş edemiyorsun.” “Altımda kapkaranlık, uçsuz bucaksız su varken, durmadan b

İnsanlığın Kısa Tarihi🌍Sapiens

İnsanlığın bugüne kadar yaptığı yolculukta bana eşlik etmek ister misiniz?  Yuval Noah Harari'nin dünyada en çok satanlar listesine girmeyi başarmış ve büyük ses getirmiş olan, ilk insanlardan günümüz teknoloji çağına kadar, insan türünün evrimini inceleyen ''Sapiens'' adlı kitabının kısa bir özeti olarak hazırladığım bu yazımda, sizlerle kahvelerinizin eşliğinde keyifli bir hafta sonu okuması paylaşmak istedim. Umuyorum insanoğlunun bu kısa yolculuğu sizlere de keyif verecek. Hadi bakalım kahveler hazırsa☕ hayat maceramıza başlamanın zamanı geldi.😀 Bu kadar çok şeyi nasıl yapabildik? Sorunun cevabını öğrenmek için en başa dönelim. Yapılan araştırmalar evrenin 13,5 milyar yıl olduğunu göstermektedir. İnsanlığın ise bunun sadece 2.5 milyon yıllık kısmında var olduğu düşünülmektedir. Eski çağlarda hayatta kalma savaşı veren insan bugün dünyaya hakim egemen güç haline gelmiştir. İnsanoğlunun bu güce üç önemli dönüşüm sayesinde ulaştığına inanılmaktadır. İlki 70 bin