Ana içeriğe atla

İnsanlığın Kısa Tarihi🌍Sapiens


İnsanlığın bugüne kadar yaptığı yolculukta bana eşlik etmek ister misiniz? 

Yuval Noah Harari'nin dünyada en çok satanlar listesine girmeyi başarmış ve büyük ses getirmiş olan, ilk insanlardan günümüz teknoloji çağına kadar, insan türünün evrimini inceleyen ''Sapiens'' adlı kitabının kısa bir özeti olarak hazırladığım bu yazımda, sizlerle kahvelerinizin eşliğinde keyifli bir hafta sonu okuması paylaşmak istedim. Umuyorum insanoğlunun bu kısa yolculuğu sizlere de keyif verecek. Hadi bakalım kahveler hazırsa☕ hayat maceramıza başlamanın zamanı geldi.😀
Bu kadar çok şeyi nasıl yapabildik? Sorunun cevabını öğrenmek için en başa dönelim.
Yapılan araştırmalar evrenin 13,5 milyar yıl olduğunu göstermektedir. İnsanlığın ise bunun sadece 2.5 milyon yıllık kısmında var olduğu düşünülmektedir. Eski çağlarda hayatta kalma savaşı veren insan bugün dünyaya hakim egemen güç haline gelmiştir. İnsanoğlunun bu güce üç önemli dönüşüm sayesinde ulaştığına inanılmaktadır. İlki 70 bin yıl önce başlayan Bilişsel Devrim; ikincisi 12 bin yıl önce başlayan Tarım Devrimi; üçüncüsü ise 500 yıl önce başlayan Bilimsel Devrim.
Bilişsel Devrim-70 bin yıl
Bilişsel Devrim insanların hayvanlardan çok daha başarılı bir şekilde birbirleri ile iletişim kurabilmesi ile başlamıştır. Bu devrimin başlangıcının 70 bin ila 30 bin yıl öncesine tekabül ettiği düşünülmektedir. Bir teoriye göre insanlar aralarındaki iletişim sayesinde kendisini tüm hayvanlara karşı etkili şekilde koruyabilmiştir. Dilimizin çok esnek yapıda olması, sesleri kombinleyerek neredeyse sonsuz sayıda cümle kurabilmemize olanak sağlamıştır. Diğer bir teori de; insanların kendi aralarında yaptıkları bilgi aktarımlarının sosyal birlikler kurmalarını mümkün kıldığını söylemektedir. Zira eski çağlarda hayatta kalmak için en önemli şey çoğu zaman dış tehlikelerden ziyade kabile içerisindeki dinamiklerdi. İnsanların başkaları hakkında yaptıkları sosyal paylaşımlar yani yaptıkları dedikodular; grup içi sosyal bağlarını kuvvetlendirmiştir. Buna ilaveten soyut kavramlar ve fikirler etrafında birleşebilme yeteneği de insanoğlunu büyük bir güç haline getirmiştir. Hayvanlar küçük gruplar halinde kısıtlı işler yapabilirken, insanoğlu devlet, din, ticaret, para, şirketler gibi fikirlerin etrafında devasa toplumlar kurabilir hale gelmiştir. Bu fikirler sayesinde insanlar kendi kültürlerini yaratmış ve gerçek anlamda insanlık tarihini başlatmışlardır. Maalesef insanlığın bu dönüşümü diğer canlılar üzerinde yıkıcı etkilere yol açmıştır. Ateşi de keşfeden insanoğlu koordine saldırı konusunda tüm hayvanlara taktiksel üstünlük sağlamıştır. Afrika sömürgesinden çıkan ilk insanlar ayak bastıkları her yerde yapıyı değiştirmiştir. Mesela 45 bin yıl önce Avustralya'ya ayak basan insanoğlu, buradaki büyük canlı türlerinden %96'sının neslinin tükenmesine yol açmıştır. 16 bin yıl önce Amerika'ya ayak basan insanlar da büyük canlıların Kuzey Amerika'da %72'sini, Güney Amerika'da da %83'ünü yok etmiştir.
Tarım devrimi -12 bin yıl
İnsanlığın tarımsal hayata geçişi M.Ö 9500 civarlarında Güneydoğu Türkiye, Batı İran ve Levant bölgesinde başlamıştır. Bizim sınırlarımızda yer alan Göbeklitepe'de keşfedilen bu döneme ait tapınak avcı-toplayıcı insanların dini inançları nedeniyle yerleşik hayata geçmiş olabileceklerini ve tarlalarında o noktalara yakın olacak şekilde kurmuş olabileceklerini göstermektedir. Atalarımız bugün sahip olduğumuz bitki ve hayvanların çoğunu bu tarihle M.Ö 3500 yılları arasında evcilleştirmiştir. Bugün yediğimiz bitkilerin %90'ı bu dönemde yetiştirilmiştir. Tarlada ürün yetiştirmek çok fazla ilgi istediği için hayatlarını tarlalar etrafında kurarak yerleşik hayata geçmişlerdir yani insanoğlu aslında evcilleştirdiği sandığı bitki ve hayvanlar tarafından evcilleştirilmiştir
Peki tarımsal hayata geçen insanlar avcı-toplayıcılardan daha mı zekilerdi ve onlardan daha iyi hayatlara sahip oldular mı?
İki sorunun da yanıtı hayır'dır.
İnsanların zamanla daha zeki olduğuna dair kanıt yoktur hatta avcı-toplayıcıların hayatta kalmaları çok sayıda değişkene bağlı olduğu için daha zeki bile olabilecekleri düşünülmektedir. Ancak insanoğlu tarım devrimi sayesinde gelecek kavramı ile tanışmıştır. Tarımın mevsimsel üretim döngüsüne bağlı olması ve çok fazla belirsizlik barındırması nedeniyle gelecek kaygısı başlamış dolayısıyla insanoğlu zamanla geleceği planlama yetisini kazanmıştır. Diğer taraftan tarımsal hayata geçen insanlar daha kötü koşullarda yaşamış ve çok daha fazla çalışmışlardır. Tarlalarda uzun süre çalışmanın bir yan ürünü olarak omurga, diz, boyun, bel ağrıları gibi sorunlar ilk kez kendini göstermiştir. Bu efora rağmen avcı-toplayıcılara oranla daha az çeşitlilikte besin kaynağına sahip olmuşlardır.
Bu yaşam tarzının hepsinden de önemli dezavantajı insanlığı sömüren seçkin gruplar yaratmasıdır. Azimli ve çalışkan çiftçiler çalışmalarının karşılığı olan ekonomik güvenliğe hiç ulaşamamışlardır. Her yerde ortaya çıkan yönetici ve seçkinler köylülerin emeği ile ürettiği fazla gıda ile beslenip çiftçileri yoksulluğa mahkum etmişlerdir. Tarih kitaplarını maalesef bu çiftçiler değil krallar, bürokratlar, askerler, rahipler, sanatçılar gibi seçkinler doldurmuştur.
Bilişsel Devrim de olduğu gibi tarım devriminin de diğer canlılar üzerinde yıkıcı etkileri olmuştur. İnsanoğlu bu hayvanlardan et, süt gibi gıda maddesi; deri, yün gibi hammadde ve kas gücü olarak faydalanmaya başlamıştır. En agresif hayvanlar, en çok direnç gösterenler önce kesilmiş; en şişman ve itaatkar olanların ise yaşamasına ve üremesine izin verilmiştir Bu hayvanların dünya genelinde sayısı katlanarak artarken, yaşam koşulları zalimliğe varacak şekilde kötüleşmiştir.
Tarım devriminin avantajı ise tüm dünya üzerindeki toplam gıda miktarını arttırmış olmasıdır. Ancak yerleşik hayata geçişin de etkisi ile yaşanan nüfus patlaması kişi başına düşen besin miktarını azaltmıştır. İnsanoğlu önceden maximum 100 kişilik gruplar halinde yaşarken tarımın ardından binlerce kişilik toplumlar haline gelmiştir. M.Ö. 10 binli yıllarda tüm dünyada 5 milyon civarı insan yaşarken; ilk yüzyılda küresel nüfus 250 milyonun üzerine çıkmıştır. İnsanoğlu nüfus patlaması nedeniyle tarımsal hayata geri dönemez şekilde adapte olmuştur.
İnsan topluluklarının kontrolsüzce büyümeye başlamasıyla toplumları kontrol etmek iyice zorlaşmıştır, bunun bir yansıması olarak insanoğlu yazıyı icat etmiştir. Yazıyı ilk bulan M.Ö. 3000'li yıllarda Sümerliler olmuştur. Kaderin bir cilvesi olarak tarihteki ilk yazı vergi ödemeleri ile ilgili sıkıcı bir yazıdır ve tarihte adı yazılmış ilk insan bir peygamber, şair ya da bir komutan değil bir muhasebecidir. İnsanoğlu sonradan bu yazıyı geliştirerek düşüncelerini içerecek bir yapıya getirmiştir. İlk yazıdan 500 yıl sonra Mezopotamyalılar çivi yazısını, Mısırlılar ise hiyeroglif yazısını geliştirmişlerdir. Yazıyı bulmak insanoğlu için yeterli olmamış, bu yazıları kategorize etmeyi de öğrenmiştir.
M.S.800'lü yıllarda bugün de kullandığımız sayı sistemi icat edildi bu matematiksel yazı sistemi günümüzde 0 ve 1 ile çalışan bilgisayarların temelini atmıştır. Tarım devrimi öncesinde birbirinden tamamen bağımsız kültürlere sahip on binlerce insan topluluğu vardı bugün ise insanlık olarak aynı ya da benzer jeopolitik, ekonomik, hukuki, bilimsel sistemlerin bir parçası durumundayız. Bu kadar entegre olmamızda tarım devrimi sonrasında ortaya çıkan 3 Evrensel düzen etkilidir.
Bunlardan ilki Parasal Düzendi.
Tarihte ilk olarak M.Ö.3000'li yıllarda Mezopotamya'da takas aracı olarak gümüş kullanılmaya başladı. İlk madeni para ise Türkiye topraklarında Lidyalılar tarafından M.Ö. 640 yıllarında kullanıldı. Sonraki dönemlerde altın ve gümüş tüm dünyada ticaretin dayanağı haline gelmiş, birbirleriyle kanlı bıçaklı olan toplumlar dahi başkalarının para birimlerini hiç çekinmeden kullanmıştır. Çok eleştirilse de para insanlar tarafından yaratılmış ve neredeyse tüm kültürel farklılıkları aşabilen tek güven sistemi olmuştur.
İkincisi İmparatorluklar Düzeniydi.
Günümüzde para gibi çok eleştiri alan diğer bir kavram da emperyalizmdir. Tüm kötülüklerinin yanında insanları birleştirici bir etkisi de söz konusudur. İmparatorluklar öncesinde insanoğlu içgüdüsel olarak kendi toplumları dışındakileri biz ve onlar olarak ayırmaktaydı. Ancak imparatorlukların amacı tüm dünyada tek düzeni hakim kılmak olmuştur. Çoğu imparatorluk teoride etnik unsurlardan ziyade kapsayıcı ve herkese yönelik olarak gelişmiştir, çoğunlukla kendi saf kültürlerini empoze etmeye çalışırlarken hakimiyet altına aldıkları toplumlardan etkilenerek melez medeniyetlere dönüşmüşlerdir. Örneğin Roma İmparatorluğu Romalı olduğu kadar Yunan'dır. Abbasiler, Arap olduğu kadar İran ve Yunan'dır. Moğollar ise Çin kültürü ile bezenmiştir.
Üçüncüsü ise Dini Düzendir.
Avcı toplayıcı toplumlar hayvanları avlayarak beslense de kesin bir üstünlükleri söz konusu olmadığı için onları eşit görüyorlardı hatta içgüdüsel korkuları nedeniyle hayvanlar, bitkiler, periler ve hayaletler gibi farklı varlıklara saygı gösteren Animizm inanışına sahiplerdi. Tarım hayatı ise büyük bir dini devrimi beraberinde getirmiştir. Çiftçiler bitki ve hayvanları tamamen kontrol altına almış ve hayvanların statüsünü bir eşyaya düşürmüştür. Toplumlar büyüdükçe çok tanrılı dinler ortaya çıkmış, hayvanlar Tanrılar adına kurban edilmeye başlanmıştır. Çok tanrılı dinler tüm dünyaya yayılmak gibi bir amaç taşımadıkları için çoğunlukla yerel kalmış ve zamanla yok olmuşlardır. Tek tanrı kavramı ise ilk kez M.Ö 1300'lerde Mısır'da ortaya çıkmıştır. Tek tanrılı dinlerde asıl kırılma ise önce Hristiyanlık sonra İslam ile yaşanmıştır. Tüm dünyaya yayılma hedefi olan bu iki din bugün dünyadaki çoğu insanın inanışı haline gelmiştir. Son 300 yılda ise dinlerden ziyade liberalizm, kapitalizm, komünizm, milliyetçilik gibi inanışların ön plana çıktığı görülmektedir.
Bilimsel Devrim- 500 yıl
İnsanoğlu M.S. 1500'lü yıllardan sonra gezegen tarihinde görülmemiş bir değişimi başlattı. Bu değişimin adı Bilimsel Devrimdi. Bu döneme kadar çoğu kültür ilerlemeye inanmıyordu. En güzel çağların geçmişte kaldığı, dünyanın sabit olduğu hatta kötüye gittiği düşünülüyordu. Bilimsel Devrim ile insanlık üç önemli konuda geçmişten ayrıldı. Bunlardan ilki insanoğlunun cehaletini kabullenmesiydi. Bu dönem öncesinin toplumun ileri gelenleri dünya ile ilgili önemli olan her şeyi mutlak suretle bildiklerini iddia ediyorlardı. Bundan sonra ise artık hiçbir gerçek kesin değildi, her konuda yeni bir bakış açısı söz konusu olabilirdi.
İkincisi; gözlemlere ve bunların ardında yatan matematiksel gerçeklere önem verilmeye başlanmasıydı.
Üçüncüsü ise bilimsel teorilerin teknolojileri dönüşmediydi. Bilimsel Devrim M.Ö 1500'lerde altın çağlarını yaşayan Asya güçlerinin sınırları içerisinde değil kimsenin umursamadığı Avrupa'da başladı. Asyalı devler o kadar büyük ekonomik güçlerdi ki yeni şeyler ya da dünyalar keşfetme arayışına girmediler. Avrupalılar ise bu fırsatı görüp 300 yıl içerisinde Amerika, Avustralya, Atlantik ve Pasifik Okyanusu'nda tartışmasız bir üstünlük kurdular. Hatta bu bölgelerde ki zenginlikleri ele geçirdikten sonra gözlerini Asyalı eski devlere çevirmişlerdi. Osmanlılar, İranlılar, Hintliler, Çinliler durumun farkına vardıklarında artık iş işten geçmişti. 1850 sonrası eski dünyaya egemen olan Asyalı güçler artık net bir şekilde yenilmişti.
Avrupalıların egemen güç haline gelmesinde, yeni yerlerin keşfinin yanı sıra bilimsel gelişmelere önem vermeleri de etkiliydi. Emperyalist yayılmacı politikalarının yan ürünü olarak çok farklı bilim disiplinleri geliştirdiler; yaptıkları keşiflerin büyük bir kısmına bilim insanlarını da dahil ettiler. Denizcilerin ve bilim insanlarının keşfedecekleri yeni bilgi ve yerlerin onları dünyanın efendisi yapacaklarına inandıkları bir ortam yaratmışlardı. Avrupalıların öne çıkmasında ayrıca kapitalist düzene geçmeleri etkiliydi. Dönemin Asya devleri kapitalist kredi sistemini küçümsüyorlardı. Vergiler ve savaş ganimetleri ile büyümeyi tercih ediyorlardı, kredilere yönelik ilgileri hiç yoktu. Avrupa'da ise yeni fetihler artık kredilerle finans ediliyordu. Ülkeler paralarını katlamak isteyen kapitalistler tarafından yönetiliyordu.
Avrupa'da kurulan sınırlı-sorumlu şirketler sayesinde potansiyel yatırımcı sayısında ciddi artış görülmüştü. Zira yatırımcılar şirketin borçlarından sadece şirketlere yatırdıkları para kadar sorumluydu ama edebilecekleri karın bir sınırı yoktu.
Amerika'yı keşfeden Kolomb kapitalist sisteme iyi bir örnektir. Fikrini, İtalya, Fransa, İngiltere, Portekiz ve birçok yatırımcıya sorduktan sonra İspanya'dan bulduğu finansmanla bu keşfi yapmıştır.
Diğer bir örnekte İspanya ve Hollanda arasındaki kapitalist çekişme ve sonuçlarıdır. 1500'lerde Avrupa'nın en büyük gücü olan İspanya, yatırımcıların haklarına önem vermeyince güven kaybına uğramıştır. Bunun sonucunda para, ödemelerin kesintisiz yapıldığı ve daha da önemlisi yargının bağımsız olduğu Hollanda'ya akmıştır. Amsterdam bir finans merkezine dönüşürken Hollanda yeni bir süper güç haline gelmiştir.
Kapitalist sistemin son aşaması da askeri güce dönüşen şirketlerdir. Hollanda Doğu-Hindistan şirketi askeri gücüyle Endonezya'nın neredeyse tamamını ele geçirmiş ve 200 yıl boyunca yönetmiştir. İngiliz Doğu-Hindistan şirketi de Hindistan'ı ele geçirmiş ve 100 yıl boyunca yönetmiştir. Ayrıca bu şirket Çin'e afyon ihraç ederek servet edinmiş; afyonu yasaklayan Çin'e İngiltere İmparatorluğu'nun savaş açmasını sağlamıştır.
Özetle kapitalist sistem Avrupa'ya bu başarıyı sağlamıştır. Ama para için insani değerleri görmezden gelmeyi de beraberinde getirmiştir.
Bilimsel Devrimin devamında 1800'lerde sanayi devrimi başlamıştır. Bunun ardından modern kapitalist ekonomi başka bir boyuta evrilmiştir. Bu yeni düzenle aile ve toplum zayıflarken devlet ve piyasa gücü artmıştır. Zamanla devletler ve piyasalar artan güçlerini kullanarak geleneksel aile ve toplum bağlarının zayıflamasına yol açmıştır. Devlet çatışmaları önlemek ve anlaşmazlıkları gidermek için polis ve yargıyı görevlendirmiş, kontrolü ele almıştır ve daha da önemlisi eğitim, sağlık, sosyal haklar gibi güvenceler ile bireysellik kültürünü tetiklemiştir. Ayrıca eskiden atalarımız yokluk içerisinde iken şimdi yeni üretim metotlarıyla çoğu alanda arz fazlası olmuştur. Bu kapitalizmin en büyük handikaplarından biridir. Düzenin yıkılmaması için toplumların tüketime devam etmesi gerekmektedir

Bu nedenle Tarım Devrimi'nden öncesinde olduğu gibi eski güzel, özgür, doğada yaşadığımız günlere geri dönüş artık çok zor görünmektedir. 😔

Kaynak: Yuval Noah Harari- Hayvanlardan Tanrılara- Sapiens- İnsanlığın Kısa Tarihi

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

TANRILARIN TAHTI NEMRUT

KOMMAGENE KRALLIĞI VE NEMRUT DAĞI Bugün sizleri dünyada eşi olmayan, ‘Tanrıların Tahtı’ olarak adlandırılan Nemrut Dağı’na ve orada tüm haşmeti ve gizemi ile birlikte yükselen Kommagene Krallığı’na ait görkemli anıtlara götüreceğim. Eşi görülmemiş devasa boyutlarda heykeller ve 2000 yıldır antik dünyanın gizemlerinde saklı kalan bir krallık ve onların ölümsüzlüğü hedeflemiş kralları I.Antiochos… Adıyaman il sınırları içerisinde bulunan,1987 yılında UNESCO Dünya Mirasları Listesi'ne girmiş olan Nemrut Dağı, geçmişte ismi Anka Dağı olan Anti Toros dağ silsilesinin 2206 m yüksekliğindeki ‘Nemrut Zirvesi’dir. Nemrut Dağı’nı bu kadar değerli yapan, üzerinde bulunan antik mezar, anıtsal heykeller, mimari kalıntılar ve benzersiz manzarasıdır. Günümüzde Kommagene Krallığı’nın çekirdeği olarak Adıyaman’ı ve ardından da Gaziantep ve Kahramanmaraş illerini de içine alan bir coğrafyayı kapsadığını söyleyebiliriz. Geçmişte ise, batısında Kilikya yani Alanya’dan başlayıp doğuda İskenderun Körfez

Yaratılış Mitleri-2:Türk-Altay Mitolojisi - Her Şeyden Önce Su Vardı

Yer yoktu, kişi yoktu, bitki yoktu, hayvan yoktu…Yalnızca uçsuz bucaksız, kapkaranlık bir su vardı. Ve suyun üzerinde beyaz iri bir kaz kılığında uçan Bay Ülgen vardı. Kudret sahibi Ülgen, bu sonsuz su üzerinde kanat çırpmaktan ve derin yalnızlığından yorulmuştu. Bir şeyler yapma arzusundaydı fakat ne yapacağını, tanrı olduğu halde bu durumu nasıl değiştireceğini bilememişti. Bir gün o kapkaranlık sularda bir dalgalanma oldu. Ülgen suyun kaynadığı yere yöneldi. Suyun derinliklerinden tatlı, büyülü bir ses geldi. Önce şaşırdı Ülgen, sonra onunla konuştu: “Yalnızlık Tanrıya dahi ağır yüktür Bay Ülgen, bu derin yalnızlıktan kurtulmak istiyorsan yaratmalısın!” “Sen kimsin?” “Ben Ak Ana’yım.” “Göster yüzünü ve konuşmaya devam et!” Ak Ana, tüm güzelliğiyle suyun yüzünde belirdi. Işıltısıyla karanlığı aydınlattı, Bay Ülgen’i kendine hayran bıraktı. “Ben kendi dünyamdaydım ama gördüm ki tanrı olduğun halde yalnızlıkla baş edemiyorsun.” “Altımda kapkaranlık, uçsuz bucaksız su varken, durmadan b