Ana içeriğe atla

Yaratılış Mitleri-2:Türk-Altay Mitolojisi - Her Şeyden Önce Su Vardı

Yer yoktu, kişi yoktu, bitki yoktu, hayvan yoktu…Yalnızca uçsuz bucaksız, kapkaranlık bir su vardı. Ve suyun üzerinde beyaz iri bir kaz kılığında uçan Bay Ülgen vardı. Kudret sahibi Ülgen, bu sonsuz su üzerinde kanat çırpmaktan ve derin yalnızlığından yorulmuştu. Bir şeyler yapma arzusundaydı fakat ne yapacağını, tanrı olduğu halde bu durumu nasıl değiştireceğini bilememişti. Bir gün o kapkaranlık sularda bir dalgalanma oldu. Ülgen suyun kaynadığı yere yöneldi. Suyun derinliklerinden tatlı, büyülü bir ses geldi. Önce şaşırdı Ülgen, sonra onunla konuştu:
“Yalnızlık Tanrıya dahi ağır yüktür Bay Ülgen, bu derin yalnızlıktan kurtulmak istiyorsan yaratmalısın!”
“Sen kimsin?”
“Ben Ak Ana’yım.”
“Göster yüzünü ve konuşmaya devam et!”
Ak Ana, tüm güzelliğiyle suyun yüzünde belirdi. Işıltısıyla karanlığı aydınlattı, Bay Ülgen’i kendine hayran bıraktı.
“Ben kendi dünyamdaydım ama gördüm ki tanrı olduğun halde yalnızlıkla baş edemiyorsun.”
“Altımda kapkaranlık, uçsuz bucaksız su varken, durmadan bu uğursuz sonsuzluğun üzerinde kanat çırpıyorken sıkılmamak elde mi?”
“Çaresi var.”
“Nedir çaresi Ak Ana?”
“Yarat! Sen tanrısın, yaratma kudretin var.”
“Peki ama nasıl?”
“Ben yarattım oldu de. Yaratırken de ben yaratamam diye aklından geçirme.”
Tanrı Ülgen’e yaratıcı ilhamı veren Ak Ana üç kez tekrarladı “Yarat! Yarat! Yarat!” ve sonra geldiği sulara dalıp gözden kayboldu.
Bay Ülgen, Ak Ana’yı dinledi ve ilk insanı yarattı. Onu da kendisi gibi suyun üzerinde uçabilsin diye kaz biçimine soktu. Sonsuz suyun üzerinde artık bir ak kaz vardı, bir de onun altında kanat çırpan kara kaz. Ülgen yalnız değildi artık, kendisine eşlik eden, onunla konuşan Erlik vardı. Ama Erlik yaratılandı, yaratıcısının ne sabrına ne de erdemine sahipti. Kendisini daha ilk andan itibaren yaratıcısına eş tutma hevesine kaptırmıştı.
“Ben neden senden yukarıda uçamıyorum? Biz eşit değil miyiz?”
“Değiliz! Çünkü senin yaratıcın benim.”
“Ama bu sonsuzlukta sen ve benden başka kimse yok. Senin farkın yaratmaksa ben de yaratabilirim.”
Bu böbürlenmeyi hızla çırptığı kanatlarıyla oluşturduğu rüzgar takip etti.
“Bak ben de rüzgarı yarattım.” dedi.
Rüzgarın kuvvetiyle oluşan dalgalar birbirine çarptı ve su yukarı doğru sıçradı. Öyle yukarı yükseldi ki Ülgen'in kanatlarını ıslattı. Bu durumu memnuniyetle izleyen Erlik’in tavrı Ülgen’i hayrete düşürdü. Yalnızlığını paylaşması için yarattığı bir varlık şimdi kendisini onunla bir tutuyordu. Ülgen’e sıçrattığı su Erlik’i daha da pervasız kıldı. Ondan daha yukarıda uçabilmek için hızla kanat çırpmaya başladı. Yükseliyordu ki Ülgen’in nazarıyla sertçe suya çakıldı. Kanatları, bedeni ıslandı, uçamaz oldu. Giderek de ağırlaştı batmaya başladı. Ölüm korkusuyla Ülgen'e yalvarıyordu.
“Bana yardım et ey tanrı, kurtar beni! Hata ettim, böbürlendim…”
Bay Ülgen insaf etti, bir kayalık yükseltti suyun ortasında. Erlik kayanın üzerine çıktı, boğulmaktan kurtuldu. Kurtulduğuna sevinen Erlik, gel zaman git zaman sonsuz denizin ortasında bir kaya üzerinde durmaktan sıkılır oldu. Tanrıya bir isteği olduğunu söyledi. Bu kez ölçülüydü, haddini biliyordu. Tanrı bu halini görünce ne istediğini sordu.
“Evet boğulmaktan kurtuldum ama bu kayanın üzerinde öylece oturuyorum. Artık senin gibi uçamıyorum da, tüm zamanım bu şekilde geçiyor. Senden dileğim odur ki daha yumuşak bir yer yaratsan da üzerinde yaşasam, yürüsem… Bunu bana çok görme.”
Bay Ülgen düşündü taşındı. Bu isteği makul buldu.
“Gir suya, en derine yüz. Suyun dibinde balçık var, onu getir, isteğine kavuşacaksın.”
Erlik isteğini kabul ettiği için tanrıya minnettardı. Coşkuyla suya daldı. Yüzdü yüzdü, en derine indi. Tanrının dediği gibi en derinde balçık vardı. İki avucunu birleştirip balçıkla doldurdu, hızla yukarıya doğru yüzmeye başladı. Bay Ülgen onu bekliyordu. Erlik getirdiği balçığı tanrısına sundu. Tanrı alıp suya saçtı. Balçık küçük bir adacık gibi suyun üzerinde durdu. Tanrı buyruğuyla yer genişledi, genişledi. Tanrı baktı, “Biraz daha balçık gerek.” dedi. Erlik bir daha daldı suya. Suyun dibine vardığında yine iki elini balçıkla doldurdu. Tam yukarıya doğru yüzecekti ki aklına bir hinlik geldi. “Biraz da kendim için almalıyım. Kendi dünyamı yaratmalıyım.” diye düşündü. Bir avuç balçığı ağzında sakladı. Sonra tanrının istediği balçığı alarak yukarı yüzdü.
Bay Ülgen yine o balçığı alıp diğer tarafa saçtı, yine “Genişle!” diye buyurdu. Suyun üzerinde oluşan yer genişledi, genişledi. Erlik’in ağzında tuttuğu balçık da genişlemeye başladı. Ağzına sığmaz oldu, boğazını tıkadı, onu boğacak hale getirdi. Yine tanrıya sığındı.
"Bay Ülgen kurtar beni, boğuluyorum, yalvarırım kurtar!”
“Benden toprak mı sakladın sen? Bunu ne diye yaptın?”
“Kurtar beni, anlatacağım.” dedi öksürerek.
Tanrı yine merhamet etti ona, “Tükür!” diye buyurdu.
Erlik tükürdü. Ağzından dökülen topraklar dümdüz olan yeryüzünde irili ufaklı tepecikler, dağlar oluşturdu. Tükürüğünün değdiği yerlerde bataklıklar oluştu.
Bay Ülgen, Erlik’in bu kadar fesat olmasını hazmedemiyordu.
“Bu kadar fesat bir varlık yeryüzünde barınmamalı. Sen, seni yaratana karşı nasıl kötü hislerle doluysan, tüm nesiller de sana karşı o hislerle dolsun. Beni tanrı bilsinler, seni de şeytan. İçi iyi niyetlerle dolu olanlar benim aydınlığımdan yararlansınlar. İçi kötü duygularla dolu olanlar senin gibi karanlıklara mahkum olsunlar. İyi insanlar kanatlarımın altında dursunlar, günahkarlar senin karanlığına sığınsınlar.”
                           
Aradan çok zaman geçti. Tanrı insanı, hayvanı, bitkiye yarattı. Güneşi, ayı, tatlı suları yarattı. Dünya renklendi, güzelleşti. Erlik yine boş durmadı. İnsanları yoldan çıkardı. Sonunda insanlarla büyük bir savaşa tutuştu ve yenildi. Tanrıdan gökte bir makam istedi ama tanrı bunu kabul etmedi.
“Peki ey tanrı bu sopamın ucu kadar bir yeri bana bahşet, orası sadece bana ait olsun. Ne sen karış ne de insanoğlu karışsın. Bana da yaratma gücü bahşet, dilediğim canlıyı yaratayım o yerde." Tanrı ilk yarattığı olan Erlik’e bir kez daha merhamet etti. Onun kalbinin ne denli fesat olduğunu bile bile kabul etti. Yine bir dümen çevirmeye yeltenmişti ki Bay Ülgen'in sesi arşı titretti.
“İn yerin dibine, en dibine! Sana artık güneş yüzü görmek yok! Neyin var neyin yok topla. Senin dünyan orası artık, yerin dibi. Orada ne dilersen onu yap! Sana kudret verdim. Yap kaleni, sarayını, topla askerini, kur ordunu! Ama yeryüzünde yine fesatlık çıkarırsan, yerin dibindeki dünyanı da başına geçiririm!”
Erlik kendisi için yolun sonunun geldiğini görmüştü. Yeraltına çekildi. Tanrının verdiği kudret ile yaratmaya başladı. Çekici örse vurdu, bir kurbağa çıktı, bir kez daha vurdu, bir yılan çıktı, bir kez daha vurdu, ayı çıktı, bir kez daha vurdu, domuz çıktı. Bunlar mağaralarda, çukurlarda, bataklıklarda yaşadılar. Her fırsatta da insanlara kötülük ettiler. Erlik bu kez daha bir hırsla vurdu örse, Albız(Genellikle ormanlarda bulunan Erlik’in hizmetkarı şeytani varlıklar) çıktı. O ki küçük bebeklere, atlara, ekinlere, evlere, ocaklara dadanan kötü ruhlu bir iblisti. Bir kez daha vurdu, Şulmuş(Her gün altmış kişinin ciğerini yiyen, uyuduğunda bağrında taşıdığı baykuş tarafından korunan Erlik’in hizmetkarı iblisler.) çıktı. O da ruhları yoldan çıkaran iblisti. Her şeyden haberdar olan Bay Ülgen'in sabrı taştı.
“Sen yaratma gücünü de fesatlık için kullanıyorsun! Madem öyle tüm güçlerini senden geri alıyorum.” dedi.
Sonra körüğünü, çekicini, örsünü dağıttı. Erlik yarattıklarıyla kaldı
Onun iblislerine karşın insanları korusun diye Şal-Yime’yi, May-Tere’yi, Yapkara’yı, Mangdaşire’yi yarattı. Umay Ana’yı, Yol Tengri’yi ve Od Ana’yı insanlara göz kulak olsunlar diye görevlendirdi. Bay Ülgen dünyayı bu şekilde düzene koyduktan sonra gökteki katına çekilmeye karar verdi. Gitmeden
önce insanlara son nasihatlarını verdi.
“Erlik size bir şey veriyorsa, sizi kendi ulusuna katmak için veriyordur. Tatlı söze aldanmayın.
Bana tabi kaldıkça kut’tan(Tanrı tarafından verilen ruhsal ve fiziksel güç. Genellikle yönetme yetisi anlamında kullanılır.) mahrum kalmayacaksınız, doğru yoldan ayrılmayın. Ben göğe çekiliyorum diye “Nasıl olsa tanrı görmez, işitmez!” diye düşünmeyin. Tanrı her şeyden haberdardır, haberdar olacaktır. Tanrı eninde sonunda iyinin de kötünün de karşılığını verir, asla unutmayın. Size güneşi, ayı, tatlı suları, çeşit çeşit sebzeleri, meyveleri sundum, sürüler bahşettim. Elinizdekilere sıkı sıkı sarılın.
Başınızdaki hakana kut verdim, ona tabi olun. Şayet o size eşit davranmazsa kut’u geri alacağımdan şüpheniz olmasın. Ay’ı Bodo Sungkü bekleyecek, Güneşi Mandışire. Onlar kıyamete kadar gökte kalacaklar.”
Umay Ana; yeni doğan bebeği ve annesini kötü huylu Albız’a karşı koruyup kolladı. Onun gözü nazar boncuklarına dönüştü, yıllar yılı kem gözlerden, kötü ruhlardan sakınmak için sığınıldı. Yol Tengri; yolcuların yanında oldu. Onları Yek’ten(İnsanlata farklı şekillerde görünüp aldatan, kimi zaman onların etini yiyen şeytani varlık-Kötü huylu cin), hırsızdan, soğuktan ve vahşi hayvanlardan korudu. Od Ana; evin bereketini sağladı, tüten ocağın koruyucusu oldu. Kamlar insanlarla Gök Tanrı ve yardımcıları arasında aracı oldular. Onlardan aldıkları yardım ile insanlara şifacı oldular...

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

TANRILARIN TAHTI NEMRUT

KOMMAGENE KRALLIĞI VE NEMRUT DAĞI Bugün sizleri dünyada eşi olmayan, ‘Tanrıların Tahtı’ olarak adlandırılan Nemrut Dağı’na ve orada tüm haşmeti ve gizemi ile birlikte yükselen Kommagene Krallığı’na ait görkemli anıtlara götüreceğim. Eşi görülmemiş devasa boyutlarda heykeller ve 2000 yıldır antik dünyanın gizemlerinde saklı kalan bir krallık ve onların ölümsüzlüğü hedeflemiş kralları I.Antiochos… Adıyaman il sınırları içerisinde bulunan,1987 yılında UNESCO Dünya Mirasları Listesi'ne girmiş olan Nemrut Dağı, geçmişte ismi Anka Dağı olan Anti Toros dağ silsilesinin 2206 m yüksekliğindeki ‘Nemrut Zirvesi’dir. Nemrut Dağı’nı bu kadar değerli yapan, üzerinde bulunan antik mezar, anıtsal heykeller, mimari kalıntılar ve benzersiz manzarasıdır. Günümüzde Kommagene Krallığı’nın çekirdeği olarak Adıyaman’ı ve ardından da Gaziantep ve Kahramanmaraş illerini de içine alan bir coğrafyayı kapsadığını söyleyebiliriz. Geçmişte ise, batısında Kilikya yani Alanya’dan başlayıp doğuda İskenderun Körfez

İnsanlığın Kısa Tarihi🌍Sapiens

İnsanlığın bugüne kadar yaptığı yolculukta bana eşlik etmek ister misiniz?  Yuval Noah Harari'nin dünyada en çok satanlar listesine girmeyi başarmış ve büyük ses getirmiş olan, ilk insanlardan günümüz teknoloji çağına kadar, insan türünün evrimini inceleyen ''Sapiens'' adlı kitabının kısa bir özeti olarak hazırladığım bu yazımda, sizlerle kahvelerinizin eşliğinde keyifli bir hafta sonu okuması paylaşmak istedim. Umuyorum insanoğlunun bu kısa yolculuğu sizlere de keyif verecek. Hadi bakalım kahveler hazırsa☕ hayat maceramıza başlamanın zamanı geldi.😀 Bu kadar çok şeyi nasıl yapabildik? Sorunun cevabını öğrenmek için en başa dönelim. Yapılan araştırmalar evrenin 13,5 milyar yıl olduğunu göstermektedir. İnsanlığın ise bunun sadece 2.5 milyon yıllık kısmında var olduğu düşünülmektedir. Eski çağlarda hayatta kalma savaşı veren insan bugün dünyaya hakim egemen güç haline gelmiştir. İnsanoğlunun bu güce üç önemli dönüşüm sayesinde ulaştığına inanılmaktadır. İlki 70 bin